Güneş ağır ağır gökyüzünde yükselirken heyecandan elleri titriyor, midesi kasılıyordu. Böyle şeyleri ancak çok heyecanlandığında hissederdi. İnce montu ona ağır gelmeye başlamıştı sanki. Omuzları düştü birden. Montunu çıkardı eline aldı. Rahat görünmek istiyordu. Duygularını belli etmemek... Ama farketse ne olurdu ki zaten vücudu her hareketiyle bunu ona haykırıyordu. Fakat Elizabeth ya farketmiyordu ya da yanlış yorumluyordu. Elinde sonun da öğrenecekti Lee'nin onu sevdiğini. Ama Lee bunu en doğru zamanda söylemek istiyordu. Kapının önüne geldiğinde o anın doğru zaman olmadığını farketti. Adımları yavaş ve kısaydı. Nabzı deli gibi atıyor, kalbi içinden isyan eder gibi kaburgalarına vuruyordu. Bir dakika boyunca nabzının yavaşlamasını bekledi. Kapıyı çalmak için elini kaldırdı. Birazdan o eşsiz gözleri göreceği için heyecanlıydı. Hafif bir hareketle zile bastı. bastığı anda içini korku sardı. Ya o kapıya çıkmassa? Ya evde yoksa? O bunları düşünürken kapının sessizce biri tarafından açıldığını gördü. bütün korkuları uçup gitmişti. Oradaydı işte. Melek gibi yüzüyle sermant okyanusundan gelen masmavi gözleriyle, kızıl saçlarıyla oradaydı.
Bir resim vardı karşısında, bir kadın resmi; tanımadığı. Karakalem çizip neredeyse günün çoğunu geçirdiği koltuğunun tam karşısındaki duvara yapıştırdı. Uzun ince parmakları hayata tutunmak ister gibi sol eliyle kavramış sağ omzunu. Düşüncelerinden ağırlaşmış başı yaslanmış koluna. Nereye baktığına, o anda ne düşündüğüne ya da ne hissettiğine dair hiçbir fikri yok.
Memnun mu o fotoğrafı çektirirken, yoksa bir zorunluluk mu bu bekleyiş. Yoksa habersiz mi o anının birilerince saklanmak üzere olduğundan? Yoksa planları mı var?
Hakkında hiçbir şey bilmediği bir insan, daha önce hiç karşılaşmadığı... Peki, nasıl benzer yalnızlığı yalnızlığına, nasıl olur da ıslanır kirpikleri onun hissettikleriyle.
Ürperdi ve deklanşöre dokundu... O an hissettiği korku yavaş yavaş aktı damarlarında. Bacaklarına ulaştığında yavaşça bacaklarının uyuştuğunu hissediyordu. Oturmaya ihtiyacı vardı, gözleri kararıyordu. Bu resimi birden tanıdı annesiydi bu. Evet oydu. yıllar önce onu terk eden annesi. Üzüntü çöktü kalbine ama bunları düşünmek istemiyordu. Yalnızca geleceğe bakmak geçmişi yırtıp atmak istiyordu. Ama bu ondan kalan son hatırasıydı. Resimi yapıştırdığı yerden çıkarttı. Rahatlamaya çalıştı. Unutmaya... o sırada zilin sesiyle irkildi. Koşarak aşağı kata indi. Kapının önüne gelince yavaşladı ve durdu. Bir an tereddüt etti ama sonra kapıyı yavaşça açtı.
Lee.
Elizabeth'in sevdiği bir arkadaşıydı Lee. Sarı kısa saçlı sevimli biriydi. Ama şu an rengi biraz değişmiş, ve hafiften panik görünüyordu. Ama bu tehşisi herzamanki gibi yanlış olabilirdi. İnsanların duygularını pek anlayamazdı. Ona şöyle bir baktı ve sonra:
-Selam Lee. İçeri gelsene.
dedi ve ona cevap seçeneği tanımadan içeri gelmesini sağladı. Ayakta dikilmek istemiyordu.