İlkbaharın hafif esen yeli yerini sert rüzgarlara bırakmıştı ve giderek fırtınaya dönüşüyordu. Hafif yel ağaçlarla dans ederken, sert rüzgar ağaçları tehditkar bir şekilde sarsıyor ve korkutucu sesler çıkartıyordu. Ağaçlarda yuva kurmuş kuşlar da sert rüzgara sitem edercesine şarkılarını kesmişler can derdine düşmüşlerdi. İşte bu havada, ormanın ortasından davetsiz bir misafiri andırırcasına boş bir tren sessizce geçiyordu. Bir iki yolcu dışında boş ama ihtişamlı bir trendi. Hafife alınmayacak kadar da önemli yolcuları vardı...
Joseph trenin rahat koltuğuna kurulmuş, gözleri kapalı, kafasını cama dayamış bir haldeydi. Uzun bir süre o şekilde oturdu ta ki arkadaşı ve Sihir Bakanlığı'ndaki meslektaşı Aaron gelene kadar. Sol gözünü hafifçe aralayarak sağa doğru kayan kapıdan içeri giren kısa boylu, uzun kulakları uzun saçlarının arasından fırlamış olan, bir su kaydırağına benzeyen burnu etrafı koklayan adamı gördü Joseph.
"Ne kokuyor burada?" diye sordu Aaron.
"Sen gelmeden önce daha güzel koktuğu kesindi." diye homurdandı Joseph, her ihtimale karşı uzandığı asasından elini çekerken.
Aaron gülerek Joseph'in karşısına oturdu ve elindeki kağıt poşetten iki sandviç çıkardı. Anlaşılan karısı yapmıştı. Lezzetli ve bir o kadar da iştah açıcı bir görüntüsü vardı. Joseph, Aaron'ın uzattığı sandviçi kaptı ve sandviçin sarılı olduğu folyoyu çıkarıp koca bir ısırık aldı. Gerçekten göründüğü kadar güzeldi.
"Ana'ya teekkrlrmi iltirn..." dedi Joseph bir yandan ağzındaki koca parçayı çiğnemeye çalışırken.
"Ne?" diye sordu Aaron gülerek.
"Anna'ya teşekkürlerimi iletirsin dedim." dedi Joseph ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra.
Joseph kafasını çevirip buğulanmış camı eliyle sildi. Her yer ormanlıktı tıpkı dört saat önce olduğu gibi. Sihir Bakanı olmanın verdiği güçle, artık sefere gitmeyen bu trenin çalışmasını sağlamıştı. Dağlara gidiyorlardı. Ama buraya herkesin zannettiği gibi devlerin Karanlık Lord'la çalışmalarını engellemek için değil, yüzyıllardır kayıp olan bir şeyi bulmaya gidiyorlardı. Joseph daha Hogwarts'dayken Aaron ile aramalarına başlamıştı. Yıllarca süren araştırmadan sonra sonunda bir ipucu yakalamışlardı. Aradıkları bir kolyeydi. Tabi ki de yıllar süren bu araştırmanın sebebi normal bir kolye değildi. Bu kolye "bilgi"yi taşıyordu.
Kolye yüzyıllar önce dönemin en güçlü büyücüsü tarafından yapılmıştı. Yüzlerce koruma büyüsü ve tılsımla donatılmıştı. İçinde ise bu büyücünün bütün bildiği, öğrendiği, duyduğu bilgiler vardı. Kolyeyi takan kişi, kolye vücuduna temas eder etmez bu büyüleri sanki doğmadan önce biliyormuşçasına eksiksiz bir şekilde öğrenir. Kolye büyücü öldükten sonra varisine aktarılmıştı. Ama varisi kolyeyi taktıktan iki yıl sonra ölmüştü. En azından kitaplarda öyle yazıyordu. Ama asıl gerçek, varisin öldürülüp kolyenin çalındığıydı. Bu kadar bilgiye sahip olan birisini öldürmeyi başarabilecek çok az kişi vardı o zamanlar. İki büyücü... Hogwarts müdürü ve kendisine Gölgelerin Efendisi diye kara bir büyücü.
Gölgelerin Efendisi kolyeyi almıştı. Kolye engin bilgilerini bu büyücüye sunduktan sonra, Thomas yani Gölgelerin Efendisi hemen harekete geçmişti. Zaten inanılmaz bir büyücü olan ve yanında büyücü topluluğunun yarısı olan Thomas şimdi yenilmez oldu. Ve karşısında da sadece Hogwarts müdürü vardı. Muazzam bir düello yaşanmıştı Thomas ve Gordon arasında. İki büyücünün asası hiç durmuyordu. Rengarenk ama ölümcül büyüler etrafta dans edercesine dolaşıyordu. Onları izleyenlerin yüzüne bir aptalca gülümseme yayılmıştı. Her birinin yüzünde bir aptalca gülümseme vardı. Çünkü hepsi biliyorlardı ki, hiçbirisi bu iki büyücü kadar iyi değildi ve olamayacaklardı da.
Düello sonunda Thomas ölmüştü. Ölümünün nedeni asasıydı. Asası saatler süren bu muazzam düelloya dayanamamış ve paramparça olmuştu. Bu olay gerçekleşirken de Gordon istemeyerek onu öldürmüştü. Eğer Gordon, Thomas'ın savunmasız olduğunu büyüyü göndermeden önce fark etseydi belki de onu öldürmezdi. Gordon bunu asla bilemezdi. Thomas'ın ölümüyle yandaşları, Gölgeler, kaçtılar. Çoğu yakalanmıştı. Ama hikayenin önemli kısmı bu değil. Gordon kolyeyi almıştı. Thomas'a ölüm getiren kolye Gordon'un elleriyle saklanmıştı. Asla bulunmamak üzere...
"Ee ne düşünüyorsun?" diye sordu Aaron, gözlerini dışarıya dikmiş olan Joseph'e.
"Ne yapacağımızı..." dedi Joseph. "Kolyenin yerini sadece bizim bilmediğimizi biliyorsun. Karanlık Lord da onun peşinde."
"Bana bilmediğim bir şey söyle."
"Karanlık Lord'a ikimiz kafa tutabiliriz. Ama Karanlık Lord yalnız olmayacak. Bu yüzden Zümrüdüanka Yoldaşlığı'na bir baykuş gönderdim." dedi Joseph.
"Ne yaptın, ne yaptın?" dedi Aaron şaşkınlıkla.
"Bize yardım edecekler. Ama görevimizin devleri bizim tarafımıza çekmek olduğunu sanacaklar." diye açıkladı Joseph.
"Sen sadece güç istiyorsun. Aslında korkuyorum Joseph. Bu güç eline geçtiğinde kendine hakim olamayacağından korkuyorum." dedi Aaron ağzındaki baklayı çıkararak.
Joseph cevap vermedi. Sadece güldü... İki saat sonra tren durmuştu. Eski püskü bir istasyona inen iki arkadaş, terk edilmiş kasabaya göz gezdirdiler. Eskiden çok neşeli ve güzel bir kasaba olduğunu şimdiki halinden anlamak imkansızdı. On yıllar önce kasaba devlerin saldırısına uğramadan önce büyücülerin bulunduğu renkli bir kasabaydı. Şimdi ise kurtların in edindiği ve zaman zaman karanlık büyücülerin buluşma noktası haline gelen bir kasabaya dönüşmüştü. Kurtlar tren durduğunda keyiflice uludular. Akşam yemeği hazır dercesine...
"Titreme dostum. Mezarlığa girmekten korkmuyorsun ya?" dedi Joseph ona ters ters bakan Aaron'a. "Ya da bir iki kurtla başa çıkmaktan?"
"Bu şakaların beni öldürüyor Joseph. Senin bu şakalarına dayanabilen birisine mezarlık çerez gibi gelir." dedi Aaron."Nasıl bir insan bu kolyeyi bir evsiz mugglela beraber gömer..."
"İşin esprisi orada zaten. Gordon gibi zeki birisi dışında kimse bunu yapmazdı." dedi Joseph.
"Ya da onun kadar deli birisi..." dedi Aaron homurdanarak.
İki arkadaş mezarlığın yolunu tutmuş ilerlerken kulaklarına konuşma sesleri çalınıyordu. Ama ikisi de sert esen rüzgar yüzünden emin olamıyorlardı. Asaları ellerinde ilerlerken karşılarına çıkan bir iki aç kurt dışında bir canlıya rastlamamışlardı. Eskiden bir bar olduğunu ilan eden tabelanın asılı olduğu tek katlı kare şeklindeki binaya sığınmak zorunda kalmışlardı soğuk yüzünden. Büyü yoluyla ısınmak bir işe yaramıyordu sürekli ve buz gibi esen rüzgara karşı. Joseph ve Aaron eski barın şöminesini yakmış ve bir haritanın serilmiş olduğu masanın başında durmuş, kaşlarını çatmış bakıyorlardı. Başlayan yağmur, birazdan parçalanacak gibi gözüken çatının arasından damla damla yere düşüyordu. Joseph haritayı işaret etti. "Mezarlık tahminimden daha küçük sanırım." -haritadaki bir noktayı işaret ederek- "Burada olmalı."
"Bunu daha önce binlerce kez konuştuk zaten." dedi Aaron omuz silkerek.
"Bir kez daha konuşmanın zararı olmaz." dedi Joseph ve haritayı alıp, şömineye fırlattı. "Biz başaramazsak, kimse başarmamalı."
"Biz başaramazsak, Karanlık Lord başaracaktır zaten. O yüzden endişelenmene gerek yok." dedi Aaron.
"Hah!" diye homurdandı Joseph ve çökmek üzere olan bardan kaçtılar. Biraz olsun ısınmışlardı ama fırtınanın içine girer girmez sıcaklık yerini kan donduran soğuğa bırakmıştı. Yine de mutlu haberler de yok değildi. Zümrüdüanka Yoldaşlığı'ndan beş kişi gelmişti. Seherbaz olan Katie, Stephen ve Tomas ile Melanie ve George gelmişlerdi. Onları sıcak bir şekilde karşılamak isterlerdi ama kısa bir selamlaşmanın ardından yola koyulmuşlardı. Bu sırada Joseph, yeni gelen beş büyücüye uydurduğu dev hikayesini anlatıyordu. Karanlık Lord'un buralarda olacağını söylüyordu. Ve tabi ki de yoldaşlarının da...
"Fazla uzatmaya gerek yok. Gerekirse çarpışacağız. Aaron ve ben birlikte Karanlık Lord'u arayacağız. Bizi takip etmeyin sadece koruyun." diye sözünü bitirdi Joseph ve beş büyücü kafalarını sallayarak onayladılar.
Kukuletalarını başlarına geçirmiş yedi üst düzey büyücü ıssız ama bir o kadar da korkutucu mezarlığa girmişti. Yürüyüşlerindeki asaleti fırtına bile bozamıyordu. Joseph Katie'ye eliyle sağ tarafı işaret etti ve Katie yanlarından ayrılıp elinde asasıyla kontrol etmek için sağ tarafa yöneldi. Tomas da sol tarafı almıştı. Hiçbir büyü sözcüğü duymadıklarından ve hiç ışık görmediklerinden iki taraflarının sağlam olduğunu anlayan kalan beş büyücü yürümeye devam etti. Bir süre sonra Katie ve Tomas da onlara katılmışlardı.
"Böyle bir günde, böyle bir yerde, bu kadar az korumayla gezmeye korkmuyor musunuz Sayın Bakanım?" dedi bir ses sisli mezarın içinden yankı yaparak.
"Benim işim, yüreğimde korkuya yer vermeme izin vermiyor, eski dostum." dedi Joseph hafifçe gülümseyerek.
"Ama etrafındakilerin korkuları seni bile aşıyor dostum. Hızla atan kalplerini ve korkudan tir tir titreyen bedenlerini hissedebiliyorum." dedi Karanlık Lord siyah pelerinini savurarak sisin içinden çıkarken.
"Korkudan değil de soğuktan olmasın sakın?" dedi gülerek Aaron. "Lord senin zekanı fazla abartıyorlar sanırım."
"Bay Pumpkin... Demek siz de buradasınız... Şeref verdiniz..." dedi Karanlık Lord dalga geçercesine başını eğerken.
"Avada Kedavra!" diye bağırdı Karanlık Lord'un arkasından bir ses ve düello başladı.
Büyüler etrafta uçuşurken Aaron, Karanlık Lord'la düelloya başlamıştı. Bu sırada Joseph aralardan sıyrılıp, bir bakıma sıvışıp, haritada işaret ettiği noktaya doğru hareketlenmişti. Birkaç dakika sonra büyü sözcükleri haykıran yirmi kadar büyücüyü arkasında bırakıp aradığı mezara ulaşmıştı. "J. M. Branch" yazan mezar taşına bir dakika boyunca heyecanla baktı Joseph. Yıllardır aradığı kolyeyi hissedebiliyordu. Asasını salladı ve "Bombarda Maxima!" diye bağırdı. Gürültülü bir patlamayla mezar taşı ve toprak uçuşmuş ve tabut ortaya çıkmıştı. Joseph atlayıp zorlayarak tabutun kapağını açtı ve muggle'ın kemiklerinin arasında duran ve basit bir kolye gibi duran kolyeyi aldı. Sağ elindeki eldiveni çıkardı ve kolyeyi çıplak eliyle tuttu. Yıllar sonra insan derisine değen kolye parlamaya başlamıştı. Joseph kolyeyi boynuna geçirdiğinde gözleri kararmıştı. Binlerce görüntü, binlerce bilgi, binlerce güç vücuduna akıyordu adeta. On beş dakika sonra kendisine gelen Joseph kafasını hafifçe sağa sola doğru salladı.
"Evertastartin!"
"Expulso!"
"Incarcerous!"
Etrafta yeşil, kırmızı büyüler uçuşan mezarlıkta, Katie ve Stephen yerde hareketsiz yatıyorlardı. Aaron hala Karanlık Lord ile düello ediyordu. Tomas, Melanie ve George da, her biri Vampir, Lord'un Yılanı -yani Lord'un destekçileri- gibi büyücülerle uğraşıyorlardı. Üçünün de etrafında üçer tane düşman bulunuyordu. Üçü de yorulmuş görünüyordu.
Joseph koşarak düelloların yapıldığı yere girmişti. Aaron, onu görünce şaşkın bir şekilde kalakalmıştı. Karanlık Lord'un da dikkati dağılmıştı. Çünkü Joseph geldiğinde fırtına durmuş güneş açmıştı. Ve bunu yapan Joseph idi. Asasını sallamış ve Karanlık Lord'un dahi daha önce duymadığı bir büyüyle fırtınayı dindirmişti. Ve şimdi de Karanlık Lord'a yönelmişti. Gözlerinden adeta ateş fışkırıyordu. Neden öfkeli olduğunu kendisi bile bilmiyordu ama öfkelenmişti ve öldürmek istiyordu. Birilerini öldürmeliydi.
"Avada Kedavra!" diye bağırdı Karanlık Lord ama Joseph inanılmaz bir asa hareketiyle ve tek bir büyü sözcüğü bile söylemeden büyüden kurtulmuştu. Joseph asasını sallarken Karanlık Lord hala şaşkınlık içindeydi ta ki Joseph'in boynundaki kolyeyi görene kadar.
Karanlık Lord asası elinden uçup bütün vücudu iplerle bağlanırken kendi kendine gülümsedi. Artık bir varisi vardı. Kendisinden daha güçlü bir varis. Onun başaramadığını başaracak birisi, yani dünyayı Muggle ve bulanıklardan kurtaracak kişi...
"Kolyeyi senden çok daha önce keşfetmiştim Joseph. Ama benim bile duygularım var. Ben bile en yakın arkadaşımı öldürmeyecek kadar birazcık duygulara sahibim. Bu yüzden o kolyeyi almadım. Ama sen..." dedi Karanlık Lord üzüntü ve zevk karşımı bir bakışla. "Sen en yakın arkadaşını öldürecek kadar zalimsin..."
Joseph adamın ne dediğini anlamamıştı. Karanlık Lord kafasıyla sol tarafını işaret edince o tarafa doğru baktı. Aaron yerde yatıyordu. Gözlerindeki bakıştan öldüğü anlaşılıyordu. Joseph öfkesiyle onu öldürmüştü. Joseph bunu anlamıştı ama içinde bir gıdım bile üzüntü duymuyordu. Neden olduğunu bilmiyordu ama en yakın arkadaşının, dostunun ölümüne üzülmemişti.
"Sen benim yeni varisimsin!" diye bağırdı Karanlık Lord.
"Sus artık, Melvin." dedi Joseph ve Karanlık Lord'un boynu kendi kendine kırıldı. Joseph etraftaki herkesi öldürmüştü. Tek bir canlı bırakmayacak şekilde... Karanlık Lord yani Melvin yanılıyordu. Joseph safkanları korumayacaktı. Joseph herkesi öldürecekti...
Yedi yüzyıl önce...
"Bu kolye Thomas'ı delirtti. O bile bu kadar kötü değildi. Bana, babasına saldıracak kadar gözü dönmemişti. Bu kolye tarihteki en karanlık eşya ve benimle birlikte gömülecek. Eğer açan olursa kolyenin ve benim lanetimi üzerine alıp dünyaya ölüm saçacak. Kalbi taşlaşacak ve sevdiği kadını bile öldürecek kadar delirecek..." dedi Gordon gözlerinden yaşlar akarken...
Elizabeth May Warner
Konu: Geri: Joseph Phoenix Perş. Nis. 09, 2009 5:36 pm
RO'nu baştan sonra okudum ve sana şu şekilde bir yorum sunabilirim.
*Betimleme*
Betimlemelerin gayet yerinde ve yeterli. Tam beklediğim tarzda yazmışsın.
*Kurgu-İçerik*
Kurgu gerçekten çok hoş. Tam senin tarzın. Olayları ele alışın bana J.K. Rowling'i hatırlattı. Fazla söyleyecek birşey bulamıyorum. Esrarengiz ve heyecanlı kurguları severim.
*Yazım ve Dil Bilgisi*
Yazım yanlışın yok gördüğüm kadarıyla. Görünüm ve renklerde eleştri yapmayacağım tarzını bana kanıtlamış rpcisin. Ama yinede tavsiye olarak daha mat renkler kullanabilirsin.